Bazılarıyla ilişkimizde ne verirsek onu alırız. Bazılarıyla ne versek de yine hep belli bir şeyi. Atımızla ilişkimizde ise, ne verirsek, çok çok daha fazlasını.
Bazı insanlar ilişkilerinde ben derler, bazıları sen, nadiren de biz. Oysa ilişkinin kendisi de katılmalıdır bu denkleme; ben, sen ve ilişkimiz. İlişki dediğimiz şey duygularımızın kayıt defteridir aslında. “Beni böyle hissettirdi”leri alt alta yazarız bu deftere, genel toplama baktığımızda olumlu hisler çoğunluktaysa tamam, o ilişkiye devam. Değilse… Bir nedenle kendimize zarar verme dürtümüzün öne geçtiği durumlar hariç, değilse bitirilir o ilişki. Oysa ilişki sadece hissettiklerimizin değil, davranışların da kaydolduğu bir defter olmalıdır, ancak o zaman doğru anlamlandırılır; “Ben şunu yaptım, o böyle yaptı, ben o zaman şöyle hissettim.”
Neyi niye yaptığımızı tam olarak bilebilseydik, hiçbir sorunumuz, derdimiz kalmazdı şu hayatta. Oysa bilinçaltımız böylesine derin, bilincimiz böylesine yüzeyselken, bunu asla bilemeyeceğiz. O zaman ne yapacağız? Atlara döneceğiz.
Atların öğrenmesi ve olayları zihnine kaydetmesi genel olarak bağlamsal olsa da – yani gördüğü bir objeyi veya maruz kaldığı bir davranışı o anki çevre ve koşullar içinde zihnine kaydetse de – davranışları nereye kadar genelleştirdikleri tam olarak bilinmiyor. Yine de bir at, size her zaman ikinci bir şans verir. Biz insanlar gibi tutmaz o kayıt defterini, “Daha önce bana şunu şunu yaptı” ların altına yazmaya devam etmez, her karşılaşmamızda tertemiz yeni bir sayfa açar. Hayatımızdaki insanlarla da yaşayabilseydik bunu, dünya gerçekten çok başka bir yer olurdu.
İnsanların çoğu atlarla ilişkisinde “Ben” der. Benim istediklerim, benim yapacaklarım, benim hissettiklerim. Ben nasıl da biniyorum, koşuyorum, atlıyorum. Ben nasıl da hükmediyorum koca hayvana, bak nasıl da dinliyor beni. At sanki sadece onun deneyiminin bir aksesuarıdır, onu hedeflerine ulaştıracak bir araç. Böyle düşünenler, istedikleri olmadığında atı suçlayanlardır; ata gitmiyor diye tembel veya aptal diyen acemi biniciden, atlamadı diye şımarık diyen tecrübeli müsabakacıya kadar. Bu bakış açısı alışkanlık olur zamanla, yolunda gitmeyen her ilişkide, kendi istediğinin olmadığı her durumda suçlu, eşi, sevgilisi, çocuğu, babası, müdürü, patronu, kısacası hep karşı taraf olur.
Bazıları ise “Sen” der; at ne istiyor, nasıl davranıyor, huyu nasıl… Kendi korkularını, çekingenliğini ata yüklemektir aslında yapılan. İstemeyi bilmemek, belki de hak ettiğini düşünmemektir. “At yoruldu”, “At istemiyor” en tuhafı da “Bu at beni sevmedi” hatta “At bana kızıyor”. Aynı kişiler ilişkilerinde de sözde karşı tarafı düşündüklerinden, hiçe sayarlar kendi isteklerini, sevilmek, kabullenilmek ihtiyacıyla vazgeçerler prensiplerinden ve genellikle “Hayır” demeyi bilmezler. Ondan sonra da merak ederler neden kendilerine saygı duyulmadığını. Oysa sınırlarımızı çiğneyenler bunu hep sevgi maskesinin ardına gizlenerek yaparlar. Hep “sen” diyenler de bu davranışlara kendilerince kılıf bulur; tıpkı kız arkadaşının ne giydiğine karışan aslında kendine güvensiz erkeğin yaptığını, sevgisinden kıskançlığa yormak gibi. Veya okumaya başka şehre göndermeyen babanın yaptığını “benden ayrı kalmaya dayanamıyor o kadar seviyor” diye yorumlamak gibi.
Atlar ise öncelikle “Biz” der, ilişki bireylerden önce gelir onun için. Sadece “ben” diyenler asla gerçek bir ilişki yaşayamaz atıyla, o birliktelikte neler olmakta olduğunu asla tam olarak kavrayamaz, nasıl düzelteceğini veya daha iyiye götüreceğini çözemez. “Her şeyden önce sen” diyenlerle ise zaten at ilişki kurmaz, ilişki olmayınca karşılıksız çabadan başka ortada bir şey kalmaz.
“Biz” diyebilenlerin önüne ise yepyeni bir dünya açılır. Duyguların doğru anlamlandırıldığı, sezgilerin kullanıldığı, ilişkideki iki tarafın da sınırlarına saygı gösterildiği, beraber ve birbirini güçlendirmeye hizmet eden bir ilişkiyi öğretir bu yaklaşım.
İnsan kendini en iyi atında tanır çünkü at “Biz” demekten hiç vazgeçmez. Üşenmez, bıkmaz, hiç bir iletişim fırsatını reddetmez, yanına vardığınız andan itibaren hiç bir anda sadece kendisini düşünmez. Ne düşünseniz bilir, ne hissetseniz duyar ve bunları size de gösterir. Atımızla mutlu, karşılıklı tatmin edici bir ilişki kurmayı öğrenirsek, hayatımızdaki diğer insanlarla da daha güzel, anlamlı, değerli ilişkiler kurabiliriz.
Atımız bize nerelerde kendimiz kullandırdığımızı, nerelerde karşımızdakini kullanmaya çalıştığımızı gösterir. İnsanları aşağıya çeken bir yığın gereksiz ve kısıtlayıcı yargıya, -meli malı lara, öç ve intikam duygularına sahip değildir çünkü. Atınızla ilişkinize yakından ve objektif bir gözle bakarsanız eğer, nasıl kendine değer vermeye ve saygı duymaya devam ederken bir yandan da karşımızdakini düşünebiliriz, öğrenirsiniz. Hayatımızda bizi üzen, çözemediğimiz, bir türlü olduramadığımız ilişkilerin tümü bu dengeyi becerememekten kaynaklanır çünkü.
Her zaman dediğim gibi, atlar insanları, olabileceklerinin en iyisi olmaları konusunda eğitirler.